Veda

İrem Asya Şallı
5 min readFeb 21, 2022

‘’Her ölüm erken ölümdür

Biliyorum Tanrım.’’

-Cemal Süreya

Fakat bilmek yetmiyor bazen. Öyle bir an geliyor ki insan tüm bildiklerini unutuyor. Tüm o deneyimler, olgunluklar, bilgiler hepsi uçup gidiyor sanki bir toz bulutu gibi ansızın. O an geldiğinde insan, sonradan düşününce ürpertici derecede garip, yer yer de komik bulacağı şekilde davrandığını fark ediyor. O andan sonra her an, yapılamayacakların acısı çöküyor insanın yüreğine. Geri dönüşü olmayanın çaresizliği yapışıyor adeta insanın zihnine. Söylenmeyenler, söylenemeyenler, yapılmayanlar, yapılamayanlar… Hepsi bir karabasan gibi çöküyor insanın üzerine.

Törenler, teselliler, sarılmalar, gözyaşları… Hatta inanır mısınız bilmem ama bazen kahkahalar! Yas öyle bir süreç ki parmak izi kadar bireysel ve eşsiz. Yahu bırakın insanlar arasında birbirine benzemesini, kişinin kendisinin yaşadığı her yas süreci dahi birbirinden bambaşka! Fakat yine de insan zihni, bazen, her şeye kapatabiliyor kendisini. Öyle ki insan ve zihni öyle bir hale geliyor ki insanlığını bile bir köşeye bırakıyor zaman zaman. Bu sahip olduğumuz farklılıkları tamamen bir kenara bırakıyor ve bir bakıyorsunuz yas süreci hakkında çıkarımlarda bulunuyor, kendince kelimeler sarf ediyor. Akıl almıyor! Bazen de bir bakıyorsunuz başkaları bir engel halini alıyor yas sürecinde. Kaybedene ‘ağlama’ diyor mesela ve tabii bunu da insanın aklı almıyor!

Düşünüyorum da; acaba tam olarak ne zaman farkına varırız ağzımızın olmasının her aklımıza geleni söyleyebileceğimiz, önümüzdeki klavyenin her kelimeyi yazabileceğimiz anlamına gelmediğinin? Ne zaman tam olarak kabulleniriz acaba sınırlarımız olduğunu ve sınır ihlalinin en büyük hadsizlik olduğunu?

Üç büyük kayıp yaşadım ben kısacık ömrümde, benim için büyük olan üç kayıp. Her birini farklı kişilerden, farklı zamanlarda, farklı şekillerde öğrendim. Öğrendikten sonrası da bambaşkaydı, kayıp öncesindeki ben, yas sürecindeki ve yas süreci sonrasındaki ben de bambaşkaydı. Her şey o kadar farklıydı ki! Ortak olan şey hepsinde ortada bir kayıp olduğu, kaybın tarifi olmayan bir acı yaşattığı ve çokça şey öğrettiğiydi. Her gün pişmanlıklarım azaldı, farkındalıklarım arttı. Unutma korkum yerini unutamayacağımın farkındalığına bıraktı… Nasıl da korkardım en başta bir gün yüzlerini, seslerini, yaşadıklarımızı unutacağım diye! Şimdi biliyorum ki asırlar da geçse unutamam ve yine biliyorum ki ben unutmadığım müddetçe onlar hep var olacaklar.

Herkesin bir amacı vardır kendi hayatında, kendine özgü bir amacı. Bu amaçtır onu motive eden, her düştüğünde ayağa kaldıran. Benimki de bir işe yaramak, bir iz bırakmaktı. Yaşadığıma bir şekilde hep değsin istedim. Hayat, verilmiş olan bir şanstı ve hakikate erdirmem, onu, bence anlamlı kılmam gerekiyordu. Yaşarken deneyimlediğim her yas süreci beni çokça düşündürdü; Başlangıcında, ortasında, sonunda, sonrasında… Çok düşündüm; kimseye acı çektirmemek için kimseyle bir bağ kurmamak mı gerekirdi acaba? Kimseye temas etmeden yaşamak mı gerekiyordu? Çokça düşündüm bu soru üzerine, sonra da buldum tabii sorumun cevabını; Ömür dediğimiz maddi varlıktan ibaret değildi ki! Temas etmek birbirimize ve birbirimizin hayatlarındaki maddi varlıklarımız da evet çok kıymetliydi, temeldi ilişkilerimiz için fakat işin diğer ucunda manevi varlıkta vardı ve biz bunu hep gözden kaçırıyorduk. Bir iz bırakmak nasıl ki yalnızca heykel yapmak değilse sadece, söylenen sözler de yapılan iyilikler de bir iz bırakmaktı insanların kalbinde ve zihninde. O zaman bir anlama bürünüyor, bir nihayete eriyordu çünkü yaşamak… Maddi varlığımız sona erdiğinde, manevi varlığımızın ne zaman tükeneceğini ise yalnızca ötekilerin zihninde, gönlünde bıraktığımız işte o izler belirliyordu.

Çok anlamlıdır giden için de kalan için de, gidenin arkasından kurulan o cümleler. Aradan yedi gün geçtiğinde de yedi yıl geçtiğinde de hatırlanmak, yaşanılan anıları yad etmek, fotoğraflarına bakınca gözlerin dolması, kurulan cümlelerde bir yerinin olması, söylediklerinin hatırda kalması, karşındakini ufacık bile olsa düşündürebilmek, kalbine dokunabilmek… Doğruyu, iyiyi yapma endişesi yüzünden çok zor gibi gözükse de bunlar aslında o kadar kolay ve kolaylığına rağmen o kadar kıymetliymiş ki. Ne mutlu, maddi olarak göç etse de manevi olarak hep var olanlara, olacaklara! Ne mutlu vefatının ardından gözlerini doldurabilen, kalbini titretebilen insanlara hayatında sahip olabilene!

Çok şanslıyım çünkü bende o ikinci gruptayım. Hayattayken de, vefatıyla da bana çok şey öğreten insanlara sahibim. Ömrümce çok kıymetli anılar biriktirdiğim, kızdığım, güldüğüm, omzunda ağladığım, bazen de sadece öylece karşılıklı oturduğum insanlara sahibim. Maddi varlıklarının üzerinden günler, aylar, yıllar geçse de zihnimde, kalbimde hiç emek harcamadan da var olabilen, her an haklarında yeni şeyler öğrendiğim insanlar… Haklarında öğrendiğim her yeni şeyle bana örnek olan insanlar. Acı, tatlı tüm anıları, doğru ya da yanlış tüm tecrübeleriyle bana örnek olanlar… Hiç tanımadığımız birinin hayatını okurken bile ne kadar etkileniyoruz, kendimiz için çıkarımlarda bulunuyoruz; düşünsenize bir de o insanları en içten, en kendileri oldukları halleriyle tanıdığımızı, hayatlarınızın birbirine temas etmiş olduğunu! Büyüleyici, değil mi?

Ben, dimdik durmayı, kendi ayaklarımın üzerine basmayı hayatımdaki o insanlardan öğrendim. Gerçekten sevilmenin, koşulsuz sevginin nasıl bir şey olduğunu da… Geçmişi, bugünü, hayatı, büyümeyi onlardan öğrendim. Bir inanca sarılmayı, özlemeyi, endişelenmeyi; güçlü kalmayı, sınırlarımı belirlemeyi de hep onlardan öğrendim. Söyledikleri, hissettirdikleri, yaşadıkları, yaşattırdıkları, yaşadıklarımız, her şey ama her şey bana bunları ve daha nicelerini öğretti. Belki o boşluk, o acı hiç geçmiyor ama yaşanılanlar, öğrenilenler hep baki kalıyormuş. Bunu da üç kere, hep yeni baştan öğrendim.

Öğrendiklerim bunlarla da kalmadı tabii… Gidenin maddi yerinin hiç kimseyle dolamayacağını, böyle bir hayalin ütopyadan ibaret olduğunu nasıl öğrendiysem dimdik ayakta kalmayı da öğrendim. Kişilerin ardından eşyalarına nasıl derinden bağlanılabileceğini öğrendiysem bazı sözde inançların çok kalp kırabileceğini de öğrendim. Hiç düşünmüyoruz belki üzerine ama bazı hurafelerin, onların gerçek olmadığını fark etmeyenin kalbini yangın yerine çevirebileceğini öğrendim. Yas sürecinde söylenen tek bir sözün, bir mesajın, bir sınır ihlalinin yarattığı farkındalığı farklı bir zamanda söylenen hiçbir sözün bu denli sağlayamayacağını öğrendim. Gerçeği, sahteyi, kişinin içinden geleni ve kişinin işine geleni ayırt etmeyi de ben yine yas sürecinde öğrendim.

Ne kelimelerim, ne öğrendiklerim, ne duygularım tükenir biliyorum. Ben var oldukça, anlattıkça, yazdıkça onlar da benimle birlikte artacak, çoğalacaklar bunu da biliyorum. Yeniden sarılır mıyız bilmiyorum, tekrar birlikte bir hayat mümkün olur mu bunu da hiç bilmiyorum fakat varlığına emin olduğum bazı şeyler var; minnet duygum, sevgim ve saygım. Bu üçü, her zaman baki kalacak sözlerimde, satırlarımda, zihnimde, kalbimde. Hep daha uzun bir ömür dileyeceğim onlarla, eğer böyle bir şey mümkünse. Hep farklı ihtimallerin oluşu gibi var olacak hep teşekkürlerim de.

Varlığıma eşlik ettiğiniz için, öğrettikleriniz ve halen daha öğretecekleriniz için, sebebi olduğunuz tüm duygu ve düşünceler için, bu dünyaya da bana da kattığınız her şey için teşekkür ederim.

Teşekkür ederim.

Teşekkür ederim.

Sizi her daim hatırlayacak ve hep çok seveceğim.

--

--